"Herkes Bunu Kullanmalı!"

Resmî adı Tutum, Yatırım ve Türk Malları Haftası olan ancak halk arasında Yerli Malı Haftası olarak bilinen hafta bugün itibariyle başlamıştır. Tutumlu olmanın, yatırım yapmanın ve yerli malı kullanmanın öneminin vurgulandığı bu haftada, 'bilinçli tüketici olma' konusunun da üzerinde durulmaktadır.

Bu kapsamda, tüketiciler, bir ürünü sırf yabancı üretim diye veya ünlü bir markanın amblemini taşıyor diye almak yerine daha ucuz yerli alternatiflerini de göz önünde bulundurmalılar. Ancak bunu yaparken asla "Yerli Malı"nı bir saplantı boyutuna vardırıp da bazı sömürgen yerli üreticilerin ekmeğine yağ sürmemeliler. Bu bakımdan, bilinçli tüketici olma düsturunu da içeren Yerli Malı Haftası, asla ve asla tüketicinin kendi zararına dahi olsa Yerli Malı alması şeklinde anlaşılmamalıdır. Bu hafta, tüketicilerde hem kendi ceplerini hem de ülke menfaatlerini düşünerek alışveriş yapmaları konusunda bir farkındalık oluşturmayı amaçlamaktadır.

Yerli Malı, Yurdun Malı
Bu kısa açıklamadan sonra Gülse Birsel'in sitemizde daha önce de alıntı yaptığımız "Velev ki ciddiyim!" adlı kitabının 85 ilâ 88. sayfalarındaki bir başka mizahi yazıyı sizlerle paylaşacağız. İyi okumalar...

     Biz küçükken aralık ayında altını çize çize yerli malı haftası kutlanırdı.
     Şimdi çocuklar okula aynı coşkuyla elma portakal götürüyorlar mı bilmiyorum ama, ben kendi yerli malı haftamı, evimde yaptırmakta olduğum tadilatın son dönemine tekabül eden geçtiğimiz hafta gözyaşlarıyla kutladım!
     Ev  tadilatı bir zincirleme reaksiyon. Bunu bilimsel olarak da kanıtlayabilirim arzu edene.
     Dolayısıyla doğramaların yenilenmesi gerektiği gerçeği, beraberinde iki aylık kapsamlı bir inşaat, o da yanında eşya değişimi gereksinimleri getirdi kapıya. Önce bunların hiçbirini içeri almadım! Ancak insan evini kırıp dökerken öğüt veren çok oluyor. Mimardan, eşten dosttan, konu komşudan sürekli duyduğum cümle şuydu: "E bir kere yaptıracaksın, kendi evin, en iyisini yaptır!"
     Onlara, "Madem ısrarlısınız yaptırayım, faturayı da size yollarım," demek geçti içimden hep ama, çiğlik olmasın diye demedim! Bir bildikleri vardır diye düşünüp evdeki beyaz eşya, aydınlatma filan gibi bazı ihtiyaçları "en iyisinden" almaya karar verdim.
     Ne var ki, iç mimar jargonunda "en iyisi" demek, "ısmarladıktan üç ay sonra yanlış parçalarla ele ulaşan Avrupa çıkışlı kazık mallar" demek oluyor!
     O gün, Nişantaşı'nda şık bir ofise konuşlanmış aydınlatma dükkânı aracılığıyla İtalya'dan ısmarladığımız spotların gelemeyişinin ikinci haftasını kutluyorduk!
     Nişantaşı'ndaki dükkânda bir tek lamba bile olmamasından şüphelenmeliydim gerçi. Koskoca, yüksek tavanlı şık ofiste sadece kataloglar vardı.
     Katalogdan göz kararı seçtiğim spotların parasının peşin ödenmesi gerektiği, bir hafta sonra, istediğim boyun aslında İtalya'da bulunmadığı, iki hafta gecikeceği, üç hafta sonra, yanlış geldiği, dört hafta sonra geldiğinde ise parçalarının eksik olduğu ortaya çıkmış, bu travma üzerine, nur yüzlü, mübarek bir insan rüyama girip bana, "Şişhane'ye git, Şişhane'ye giiit!" demişti. Nur yüzlü insan ablamdı ve belki de rüyama girmemişti de biraz erken aramıştı, dolayısıyle uyku sersemi konuşmuştum. O kadar abartma olur, belgeselci değilim herhalde!
     Uzatmayalım, işte bu bağlamda Şişhane'yi keşfettim.
     Haldun Taner'in hikâyesindeki gibi "Şişhane'ye Yağmur Yağıyordu" o gün, ama buna rağmen yeni keşfettiğim bu güzide mahallenin üzerimde bıraktığı "nurlu" etkinin azalması mümkün değildi.
     Sayısız ve birbirinden harika, yer yer parçaları Çin malı ama genelde yerli üretim klasik kristal avizelerden nefis modern tasarımlara her şeyin, hem de tak diye bulunduğu Şişhane tam anlamıyla kalbimi çaldı.
     İtalya'dan getirtmeye çalıştığım spotların aynısını, dörtte bir fiyatına ve "Abla iki saat sonra getirsek çok geç olur mu?" şartlarında bulduğum gibi, evin diğer tüm aydınlatma ihtiyaçlarını da birkaç saat içinde Türk kahvesi ikramları eşliğinde seçtim!
     Aynı gün evdeki ankastre ocağın değişmesi gerektiği ortaya çıktı.
     Yine "en iyisi", bu defa bir Alman markası, heyecanla arandı.
     Ocak, geçen yüzyılın en bilinen teknolojik prensibiyle, elektrik enerjisini ısı enerjisine dönüştürme kuralıyla çalışıyordu tabiatıyla, buna rağmen aşağı yukarı ikinci el bir araba fiyatındaydı. Ama ne gamdı. En iyisi olsundu!
     Ancak, konuştukça, bu harika ocağı elde etmem için firmanın bazı şartları olduğunu öğrendim.
     Bir kere para peşin ve kırmızı meşindi.
     Tek seçenek mevcuttu, başka model istersem üç ay beklemem gerekiyordu.
     Ha, bir de tabii gelen ocağı beğenmezsem ya da eve uymazsa, paketi açıldıysa asla geri almıyorlar ve değiştirmiyorlardı. "Paketini açmadan eve uymadığını nasıl anlayabiliriz ki?" gibi bir soru karşısında dudak büküyor, ısrarlı tehditkâr bakışlar atınca da, "Yani markanın kendi şeyi olduğu içiiin..." gibi ne beni ne de kendilerini tatmin eden yanıtlar veriyorlardı. Üstelik beni çok seviyorlar ve ailecek seyrediyorlardı!
     Televizyona çıkmayan sıradan vatandaştan nüfus cüzdanı, ikametgâh sureti, aile ağacı, kan sayımı, efor testi ve kolonoskopi istediklerini tahmin ediyorum!
     Tepem iyice atınca, gelişigüzel bir yerli beyaz eşya üreticisini aradım. Yedide bir, abartmıyorum, yedide bir fiyatına, tıpatıp aynı ocağı, ertesi gün getirebileceklerini söylediler ve paradan bahsedince, "Aşkolsun, getirince alırız, siz beğenin de..." şeklinde konuştular!
     Gerisini mutluluk gözyaşlarıma eşlik eden hıçkırıklar yüzünden duyamadım!
     Kapalı ekonomilerden yana değilim, yanlış anlamayın, prensip olarak enayiliğe karşıyım sadece!
     Yerli malı haftanızı hararetle kutlar, ciddi anlamda her konuda "ecnebi marka" hava cıvasını bırakıp, Türk ithalatçısını kızdırmak pahasına yerli malına dönmenizi tavsiye ederim.
     Hem memnun kalırsınız hem de banka hesabınız ve ülke ekonomisi açısından gayet faydalı olur!
     Arz ederim!

NOT: Referans gösterilen sayfa numarası, aşağıda künyesi verilen baskıya atıf yapmaktadır.
  • KİTABIN KÜNYESİ: Turkuvaz Kitap, Aralık 2009, 214 sf.